Türk sinemasının efsane ismi Cüneyt Arkın hayatını kaybetti. 85 yaşında hayatını kaybeden Cüneyt Arkın, “Kediye aşığım” demişti.
Dün gece kalbinin durması sebebiyle İstanbul Beşiktaş’ta özel bir hastaneye ambulansla kaldırılan Cüneyt Arkın tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.
Türk sinemasına damga vuran ve 328 filmde rol alan Cüneyt Arkın’ın çok sayıda ödülü de bulunuyordu.
Cüneyt Arkın, aktörlüğünün yanı sıra hayvanlara özellikle kedilere olan sevgisiyle de biliniyordu. Evinde kedi besleyen Cüneyt Arkın’ın, sosyal medyada kedileriyle paylaştığı fotoğrafları büyük beğeni alıyordu.
‘KEDİLERİ DOYURMAYI SEVİYORUM’
Cüneyt Arkın Posta gazetesinden Oya Çınar’a verdiği röportajda kedileri doyurmaktan büyük keyif mutluluk duyduğunu aktarmıştı. Aynı röportajda kediye olan aşkından da söz eden Cüneyt Arkın şunları aktarmıştı:
“Ben köy çocuğuyum. Tabiatı çok seviyorum. Şu ağaç var ya, bana bir şeyler söylüyor. Dalına bir kuş gelip konsa, onu saatlerce izliyorum, dinliyorum. Bir şey anlatıyor o bana. Kedileri doyurmayı seviyorum. Çocukluğumda zaten doğayla iç içeydim. Eskişehir’de, köyde büyüdüm. Topraktan evlerimiz vardı. Babamın en büyük yardımcısıydım. O koyunlar, onların o munis bakışları… Benim hayat felsefemin özü sevgi.”
Usta isim Cüneyt Arkın’ın ölümüyle ilgili hastaneden açıklama yapıldı. Açıklamada, “Türk sinemasının değerli oyuncusu Sayın Cüneyt Arkın kalbinin durması sebebiyle ambulansla geldiği Liv Hospital’da bütün yeniden canlandırma çabalarına rağmen hayatını kaybetti. Türk sinemasının dev oyuncusunu kaybetmenin üzüntüsü içindeyiz. Cüneyt Arkın’ın ailesine ve tüm sevenlerine baş sağlığı diliyoruz” denildi.
ASIL ADI FAHRETTİN CÜREKLİBATIR
Cüneyt Arkın, 8 Eylül 1937’de Eskişehir’de doğdu. Asıl adı Fahrettin Cüreklibatır’dı.
Eskişehir Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra 1961 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldu.
1963 yılında ‘Artist’ dergisinin düzenlediği sinema yarışmasında birinci oldu.
Kariyerindeki dönüm noktası 1963’te askerliğini yaparken 1. Hava Jet Üssü’nde yönetmen Halit Refiğ ile tanışmasıydı.
İLK FİLMİ GURBET KUŞLARI
Askerliği sonrası 1964’te Halit Refiğ’in Gurbet Kuşları filmiyle sinemaya adım attı. Filmin finalindeki kavga sahnesi, Arkın’ın kariyerinde dönüm noktası oldu. Bir süre daha duygusal-romantik jön karakterlerini canlandırdıktan sonra Halit Refiğ’in önerisiyle aksiyon filmlerine yöneldi.
İstanbul’a gelen Medrano Sirki’nde 6 ay süreyle akrobasi eğitimi aldı. Burada öğrendiklerini Malkoçoğlu ve Battalgazi serilerinde beyaz perdeye aktararak, Türk sinemasına daha önce hiç örneği olmayan bir tarz getirdi. Kısa sürede avantürlü filmlerin en çok aranan isimlerinden biri haline geldi. Kariyeri boyunca westernden komediye, macera filmlerinden toplumsal filmlere değişik türlerde filmler çekti.
YILMAZ GÜNEY YERİNE KENDİSİNE VERİLEN ÖDÜLÜ REDDETTİ
12 Mart dönemi sırasında, 4. Altın Koza Film Festivali’nde (1972) jüri Yılmaz Güney’i Baba filmindeki rolüyle seçti. Daha sonra siyasi baskılarla oylama tekrarlandı, Güney’in yerine, ilk oylamada Yaralı Kurt filmindeki performansıyla ikinci olan Cüneyt Arkın En İyi Erkek Oyuncu seçildi. Bu karara tepki gösteren Arkın ödülü reddetti.
Cüneyt Arkın sinemasına ayrı bir renk getiren, yönetmenliğini Çetin İnanç’ın yaptığı 1982 tarihli Dünyayı Kurtaran Adam zamanla bir kült filme dönüştü. Arkın; 1980’li yıllarda Ölüm Savaşçısı, Kavga, Sürgündeki Adam ve İki Başlı Dev gibi aksiyon filmlerinden sonra, 1990’lı yıllarda polisiye dizilere yöneldi. Oyunculuğunun yanı sıra televizyon sunuculuğu ve köşe yazarlığı da yaptı.
KAZANDIĞI ÖDÜLLER
Cüneyt Arkın; 1969’da İnsanlar Yaşadıkça, 1976’da da Mağlup Edilemeyenler filmleriyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı.
1972’de Yaralı Kurt filmiyle Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldı.
Arkın’a 1999’da Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ve 2013’te Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Oyuncu Ödülleri’nde Yaşam Boyu Onur Ödülü verildi.
Yine 2013’te Engelsiz Yaşam Vakfı tarafından Yaşam Boyu Meslek ve Onur Ödülü verilen Arkın, 2013’te Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün sahibi olmuştu. Arkın geçen yıl da Türkiye Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülmüştü.
Arkın, 1991’de Anavatan Partisi’nden Eskişehir’de 4. sıradan milletvekili adayı olmuş ancak seçilememişti. Sonraki yıllarda ise İşçi Partisi adına düzenlenen ve bir grup bilim insanı, aydın ve sanatçının katıldığı “İşçi Partisi Hükümeti’nde Göreve Hazırız” kampanyasına katılarak, yeniden siyaset sahnesinde adını duyurmuştu.
1964’te Güler Mocan, 1970’de de Betül Işıl’la evlenen Arkın, üç çocuk babasıydı.
‘BAŞUCUMDAKİ EKMEĞE BAKARAK UYURDUM‘
Usta oyuncu Cüneyt Arkın, bir sosyal medya paylaşımında öğrencilik yıllarını şöyle anlatmıştı:
* İstanbul’da Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yılımı Sirkeci’de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle paylaşarak geçirdim. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırdım. Bir yanda anatomi dersi, öte yanda inşaat işçiliği…
* Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hasta bakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum.
* Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hasta bakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup, paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum.
* Ekmekleri görünce açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum. Yıllar sonra bile kaldığım otel odalarında baş ucumdaki komodinin üzerine bir somun ekmek koyar ancak ona bakarak uyuyabiliyordum.
EN BÜYÜK KORKUSU…
Cüneyt Arkın, en büyük korkusunu ise şu sözlerle ifade etmişti: “Hiçbir şeyden korkmadığım kadar eşimi kaybetmekten korkuyorum.”
FATMA GİRİK’E SESLENMİŞTİ: BEKLE BENİ ORADA, GELİYORUM
Cüneyt Arkın, 24 Ocak’ta vefat eden Fatma Girik’in arkasından ağlayarak “İnanamıyorum, bir dönem bitti. Nasıl dayanırım ben bu acıya… Sen ne iyi insandın. Ne kadar alçak gönüllü, dosttun. Mavi mavi bakardın… Nur içinde yat. O anlatılmaz, o hepimizin yüreğinde… Türk insanın yüreğidir o. Baştan aşağı Anadolu’dur o. Anadolu anasıdır o. Fatma’m bekle beni orada, geliyorum” demişti.
Türk Sinemasının efsanesi Cüneyt Arkın ölen kedisinin ardından duygusal bir yazı kaleme almıştı….
Kedim Öldü
Ona çocuk adını takmıştım.
Gerçekten çocuğumdu.
Çok önceleri anlatmıştım, arka bacakları tutmuyordu.
Sürünüyordu çocuk.
Annesi, kardeşi atlıyor, zıplıyor, ağaçlara tırmanıyor, o sürünüyordu.
Ve öylesine acıklı, yürek parçalayan bir bakışla bakıyordu ki bana ‘beni yürüt’ diyordu böylece.
O, acıklı, yalvaran bakış gözlerimin önünden hiç gitmiyordu.
Acilen tedaviye başladık. Veteriner bir yandan biz bir yandan.
Geceleri karımın göğsünde uyuyordu.
Bir çocuk gibi.
Her zaman koltuğuma çıkar, başımı dizine dayardı. Okşar, severdim. Onu, hele hele çene altını kaşıdığımda dehşetli keyiflenir. ‘mirmira başlardı.
Yavaş yavaş iyileşmeye başladı. Önceleri düşe kalka, sonra çok rahat yürümeye başladı.
Çok mutluydu. Peşimden koşuşturuyordu. Sokaktan içeri girdiğimde, nerede olursa olsun, tatlı sesler çıkararak bizi karşılardı. Kuytu, serin yerlerde uyurdu.
‘Çocuk, neredesin gel’ diye seslendiğimde yine aynı melodik tatlı sesler, çıkararak yanıma gelirdi.
Geceleri, yatıncaya kadar koltukta karımın yanına uzanırdı. Vücutları birbirlerine değerdi. O sıcaklığı duyardı.
Tatlı tatlı konuşurlardı.
Bir şey istediğinde patisiyle bacaklarımıza dokunurdu.
Evi sevgi ve güzelliklerle doldururdu.
….
‘Çocuk’ varlığımızın bir parçası olmuştu.
Sonra hastalandı. Önce durumu kavrayamadık. Beklemiyorduk böyle bir felaketi.
…
Göz göze geliyorduk. Hüzünlü bir şeyler vardı gözlerinde.
O gün birden canlandı., koltuğuma çıktı. Başını dizime koydu. Usul usul sevdim. Çene altını kaşıdım. Keyifli mırıltısı duyulmuyordu. Sonra kalktı annesine gitti. Karım ona güzel, merhametli şeyler söyledi.
Sevip, okşuyor, konuşuyorduk onunla,. Kısa, halsiz cevaplar veriyordu.
Damla damla suyunu içirdi.
Gün ağarırken uzandı.
Öldü.
İçim boşaldı. Varlığımın büyük bir parçası kopup çocukla beraber gitmişti. Acı, kalan parçamı kavuruyordu.
Sanki hayat bitmişti.
Neden sonra çocuğun masum gözlerini kapattık. Silip temizledik.
Karım bir çocuk gibi içini çeke çeke ağlıyordu.
Boğazıma bir yumruk gelip oturmuştu.
Çocuğun ön patisine takılmış sentetik iğneyi çıkarırken karımın sesini duydum.
‘aman Fahrettin dikkat et, canını acıtma.’
Kedimle oynadığım zaman, belki de o benle benim onunla eğlendiğimden daha fazla eğleniyordur, Kim bilir..